Aslında Japon dedim ancak Çinli
Turist sendromu olarak da adlandırabiliriz.
Çok seyahat etmeleri ve dünyanın
bir çok farklı coğrafyasında karşınıza çıkmakla bilinen Japon ya da Çinli
turistleri bilirsiniz. Sık sık ülkemizde de birçok tarihi ve turistik bölgede
denk gelmişsinizdir. Bir çok farklı topluma kıyasla dünyayı gezen, keşfeden,
gittiği yerlerde de onlarca-yüzlerce belki de binlerce fotoğraf çekmeleri ile
meşhurdurlar.
Eskiden fotoğraf makineleri vardı,
artık cep telefonları birer fotoğraf makinesine dönüştü. Hepimizin elinde bir
veya daha fazla var ve sosyal medya mecralarında onlarcasını paylaşıyoruz. Anı
biriktirmek, ânı durdurmak, ileride hatırlamak, dostlarla, o yerlere
gidemeyenlerle, merak edenlerle paylaşmak için fotoğraflar olmazsa olmazımız.
Bununla birlikte, bazen kendi
kendime soruyorum; fotoğraf çekmek için, o kareyi yakalayabilmek için verilen
mücadele, ayrılan zaman esnasında aslında ânı kaçırıyor olabilir miyiz ? Birkaç
kez başıma gelince bir durup düşündüm ve anı biriktirmenin ânı yaşamanın önüne
geçmemesi gerektiğine karar verdim.
İşte bu yüzden japon turist
sendromu diyorum; o resmi çekmek için uygun zaman, uygun açı vs ararken aslında
o ortamın güzelliğini kaçırıyor olabilir miyiz ? Anı biriktirmek güzel, lakin
içinde bulunduğunuz ortamı, heyecanı, güzelliği daha sonra fotoğraflardan bakıp
hatırlamak yerine doya doya içinize çekip, tam anlamıyla ânı yaşasak nasıl olurdu
?
Hayatlarımız da böyle değil mi ?
Daha sonrası için bir şeyleri biriktirirken, yarın için yatırım yapıp gelecek
kaygısı ile planlar, kurgular, hedefler için koştururken içinde bulunduğunuz
güne haksızlık etmiyor musunuz ? Yeni bir kıyafet aldığında “aman bu
kirlenmesin, temiz temiz giyerim” derken bugün o kıyafeti giymenin vereceği
mutluluktan olmuyor muyuz ? Dahası daha sonranın olacağı ne malum ? Japon
turist dedim ama aslında benzer bir durum bizim kültürümüzde de vardır; bizim
kuşakta, salon ve oturma odası kavramı vardı. Salon misafire özel; oturma odası
her daim günlük kullanım için. Yani, salonu yarın için saklardık bir nevi. Salonda
oturamayan bir nesil yetişmedi mi bu ülkede ? 😊 Gizemli salonlar sadece özel günler ve anlar
içindi; biz içeride küçük odada oturur, anne talimatı ile salonun keyfini
sürmekten kendimizi men ederdik.
Hayatın kendisi, sözde modern
toplumun bireyleri olmanın getirdiği sorumluluk ve “kaygan zemin” olarak ifade
edilebilecek profesyonel hayatlar bizi ânı yaşamaktan alıkoyabiliyor. Halbuki, “hele
bir şu taksit bitsin, hele şu projeyi bir atlatalım, bu evrağı bir teslim
edeyim, ayın onbeşi bir geçsin, çocuk bir 18 yaşına gelsin” derken, bu
eylemlerin arkasından yapmayı planladığınız veya umut ettiğiniz şeyler için geç
kalıyor olabilir misiniz ?
Elbette, pervasızca ve geleceği
düşünmeden yaşamak pek kolay ve “mantıklı” değil. Ancak, gelecek için
yaptığınız planları, kurduğunuz hayalleri, “hele bir bitsin, hele bir geçsinleri”
beklerken aslında günün geçtiği, zamanın kimseyi beklemediği gerçeğini
unutuyoruz.
E hal böyleyken, o fotoğrafı çekiyor
olmak tamam ama hazır tam da olmak istediğiniz yerdeyken, kadraja girmekten
daha önemlisi o ânın içinde kalıp, tüm benliğinizle tüm duygularınızla bulunduğunuz
yeri, baktığınız güzelliği hissetmek değil mi ? Telefonun hafızasına atılıp
kalacak olan birkaç kare yerine, kendi hafızanıza atacağınız kareler daha değerli
değil mi ? Bugün baktığınız manzara, kişi ya da o bakmaya değer olan her neyse, ileride bakacağınız resimdeki suretinden daha canlı ve gerçek değil mi ?
Peki satış bu işin neresinde ? Buradan şöyle bir bağlantı kuralım o halde; satış işinde hedefler-rakamlar çok önemlidir. Bununla birlikte, satışta kariyer ve başarı salt hedefleri yakalamak veya geçmek ile ölçülemez, ölçülmemelidir. Satış bir bütün olarak kişi ve ekip bazında bir davranış ve yönetim sistemidir. Bu sistem içinde, hedefe ulaşmak başarı ölçütünün bir yarısı ise diğer yarısı da hedefe giderken yolda verdiğin mücadele, gösterdiğin çaba ve emektir. Meslekte genelde, hedefler tuttuğunda başarının bir karşılığı olarak maddi ödüller (prim, komisyon vb) ortaya çıkar ve bu ödüller ilgili satıcıya anlık bir mutluluk verir. Bu şekilde tatmin olmuşluk hissi doğar ve bu his bir süre sonra unutulur gider, ta ki bir sonraki hedef gerçekleşme-ölçüm dönemine kadar. Diğer yandan, hedefe giderken ortaya koyduğun mücadele, verdiğin emek, yani sonuca giderken süreçte yaşadıkların, anda kalıp hissettiklerin çok daha güçlü, yoğun ve kalıcı bir doyum hissi verir. Uzun vadeli ve kalıcı başarılar da aslında bu tarafa odaklanabilen satıcılar tarafından yakalanır. Primler alınır, hedefler yakalanır veya tam tersi primler kaçar, hedefler tutmaz. Tatmin olursunuz ya da olamazsınız. Ne tarafta kalırsanız kalın, yaşanan hisler kısa süreli, geçici ve unutulmaya mahkumdur. Ancak sürecin içindeki mutluluğu, çabayı ve doyumu kovalarsanız, kendinizi daha gerçek daha uzun vadeli hislerin içinde bulabilirsiniz. Önemli olan anı yaşayabilmek, yaşadığından keyif alabilmek, doyumu ertelemeden o an hissedebilmektir.
Sözün özü, öncelik hedefleri yakalamak değil, hedefleri yakalamak için verdiğiniz emekten ve mücadeleden keyif almak olmalı. Üç ay, altı ay ya da bir yıl sonraki hedefler sizin için gerçek mutluluk kaynağı olamaz, "asıl olan" o zamana varana kadar içinde bulunduğunuz ortam ve anın kendisidir. Hedefleri yakalamaktan daha önemli bir şey varsa, o hedef için verilen emek, gayret ve bu süreçte yaşadıklarınızdır.
Hedefi yakalamayı fotoğraf çekmek gibi, hedefe ulaşmak için verilen mücadeleyi ise resmini çekmeye değer gördüğünüz o andan keyif almak gibi düşünün ve yaşayın.
Rahmetli Ara Güler’in dediği
gibi, “Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde
doldurmaya çalışın.” Anı biriktirmek için uğraşırken, yarınları garanti etmeye
çalışırken, sonrası için saklamaya gayret ederken, bugünü ve bugünden alacağımız keyfi unutmayalım !
Sevgiyle,
Çağrı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder