Daha iyi bir satışçı olabilmekten
bahsettiğim yazımda, önemli gördüğüm 10 maddelik kişilik ve davranış özelliklerini
sıraladım ve daha iyi satışçıların neler yapması gerektiğini ifade etmeye
çalıştım. Kariyeri başındaki ya da satış alanında çalışmak isteyen genç arkadaşlara fikir verebilmesini umuyor ve içlerinden ilki olan RİSK konusundan biraz daha detaylı bahsetmek istiyorum.
Evlerden uzak, yıllar önce bir
trafik kazası yapmıştım ve bana kalırsa kazada kusurum sıfırdı. O zamanlar
kusur dağılımı sekiz üzerinden yapılırdı. Olayı inceleyen polis bana 2/8
(Sekizde iki) kusur yazdığında nasıl olur, bana sıfır yazmanız gerekirdi
şeklinde bir serzenişim olmuştu. Cevabı hala aklımda: “Trafiğe çıktığın anda 2
puan ceza hanene yazılır. Gökyüzünden üzerine araba düşse yine de 2 puanı
yersin. Trafiğe çıkan herkes bu riski bilerek ve alarak çıkar.” O zamanın
şartları böyle miydi, polisin bana bir önyargısı mı oldu bilemem ama verdiği
mesaj netti. Eğer, bu işe kalkıştıysan, bu riski de biliyor olmalısın. Peki,
daha iyi satışçılar risk ile ilgili ne yapıyorlar ? Risk yönetiminden ne
anlıyoruz ? Hadi biraz düşünelim.
Bir şekilde ticaretin içine
girdiyseniz ya da girmeyi düşünüyorsanız, hangi pozisyonda (çalışan, işveren,
satış temsilcisi, satış yöneticisi vs) olursanız olun, yukarıda bahsettiğim
örneği aklınızdan çıkarmayın. Doğrudan ya da dolaylı olarak ticaretin içindeyseniz
(teknik ve ticari satışlar, müşteri yönetimi de dahil) ve bu ticareti
yönetmekle mesul bir görevdeyseniz, belli risklere karşı hazır olmanız
gerekiyor.
Finansal riskler (ekonomik konjektür, ticari durum, likidite, kur, faiz, nakit akışı, tahsilat vb) ve operasyonel riskler (iş güvenliği, çalışan sağlığı, üretim durması, hammadde tedariği, bilgi güvenliği, müşteri memnuniyeti, portföy ve iş hacmi, müşteri kaybı vb) olarak iki ana başlık altında toplayabileceğimiz risk kavramı hakkında sayfalarca yazmak mümkün. Ancak, bugünkü konum daha ziyade finansal risklerden tahsilat ve operasyonel risklerden müşteri yönetimi-iş proje kaybı üzerine olacak. Konumuz özelinde satışla doğrudan ilgili olan iki alt başlığa bakalım:
2. Operasyonel Riskler: Müşteri, Portföy, İş ve/veya Proje Kaybına Dair Riskler
Daha iyi bir satışçı her fırsatın
belli bir risk; her riskin de belli bir fırsat barındırdığını bilmek durumundadır.
Bugünlerde dünyaca corona pandemisiyle mücadele ediyoruz. Bu tehlikeli ortamda,
riski fırsata çeviren birçok firma olduğuna şahit oluyorum. Özellikle kişisel
koruyucu malzeme ve ekipman üreticilerinden ya da benzer bir iş ile uğraşırken
(örneğin çanta, ayakkabı gibi tekstil üreticileri) riski fırsata çevirmeyi
başaranlar oldu. Diğer taraftan gelen bir takım yasal düzenlemeler sebebiyle
elindeki malzemeyi satamayanlar, ticaretini yaparken elinde ürün kalanlar da
olduğunu gördüm; yani kimisi için fırsat olan durum, kimisi içinse riskli bir
duruma dönüştü. Bu noktada doğru zamanda hareket edebilmek, optimum stok
yönetimi yapabilmek, yaklaşan durumları öngörebilmek fark yaratma noktasında
etkili oldu. Elbette, kimsenin öngöremediği süreçlerde biraz da talihin yaver gitmesi
gerekiyor. Ancak, tüm süreci de şansa bağlamamak, biraz da kendi şansını
yaratabilmek gerekir. Satış profesyonelleri için de benzer bir durum söz
konusudur.
Daha iyi bir satışçı her şeyden
önce proaktif olmalıdır. Hani futbolda golü koklamak diye bir deyim vardır.
Tıpkı fırsatçı bir golcü gibi…Bir fırsatı yakalamak için ya da tehlikeli bir
duruma karşı (müşteri-iş kaybı vb) tedbirli olmak için yaklaşmakta olanı görmelidir.
Bunun için anahtar kavram yakın durmak ve sorgulamak olabilir. Müşteriye yakın olabilmek,
projeye yakın olabilmek…Zaten bu sebepledir ki, daha iyi satışçılar çoğu kez
daha fazla müşteri ziyareti yapan, daha fazla sahada zaman geçirenlerdir
demekle yanılmış olmayız sanırım. (Verimlilik şartıyla)
Şimdi, finansal risklerden
kaçınabilmek için neler yapılabilir, daha iyi satışçılar olmak için sürecin
neresinde durmamız gerekir konuşalım. Bu noktada B2C’den ziyade B2B konusunu
göz önünde bulunduruyor olacağız. Zira, son kullanıcıya, bireysel tüketiciye
yönelik satışlar çok büyük oranda peşin, kredi kartı veya bankalar aracılığı
ile finansal garanti altında yapılabilmektedir. Yani, bir teknoloji
mağazasından ya da gıda marketten veya online alışveriş sitesi üzerinden yaptığınız
perakende veya toptan satıştan değil, sanayi kurumları, hammadde ve ürün
tedarikçileri, hammadde veya yarı mamül üreticileri ile işleyicileri, hizmet
sağlayıcıları veya bayi-distribütör gibi yeniden satıcılar arasında yapılan
(buna B2B diyebiliriz) vadeli ve çoğu zaman yetersiz ya da sıfır teminatlı ticaretten bahsediyoruz.
Günümüz Türkiye’sinde ticaret çok
büyük ölçüde birbirini finanse etmek üzerine şekillenmiş durumdadır. Eğer, ulusal
çapta bilindik bir şirket veya çok uluslu, yabancı menşeili bir firmanın
temsilcisi iseniz, DTS/DBS gibi kavramları duymuş olabilirsiniz. (DBS: doğrudan
borçlandırma sistemi; DTS: doğrudan tahsilat sistemi) Bu firmanın kendini bir
çeşit banka garantisi altına alması ve alacakların vadesinde tahsiline yönelik
bir teminattır. Ancak, firmaların yapısı biraz değişmeye başladığında; örneğin KOBİ'ler, yerli üreticiler, pazarda yeni ve tutunma dönemindeki firmalar, start up'lar, yeniden satıcılar (bayi-distribütör vs) üzerinden
cereyan eden ticari hayatta, çek, açık hesap gibi uygulama ve yöntemlerin
karşımıza çıktığını görüyoruz. Bu noktada, mal alıcısı ve satıcısı arasında
finansal garantisi olmayan, karşılık güvene ve söze dayalı bir ticaretin
başladığını söyleyebiliriz. Maalesef Türk Ticaret Kanunu’nda karşılıksız
çekler-yazılan çeklere dair çok caydırıcı cezai şartlar bulunmuyor ve çek
sistemi bir finansal garanti olmaktan uzaklaşmış durumda. Öyle ki, Türkiye'de her sene bir milyonun üzerinde karşılıksız çıkan çek olmasına rağmen, hukuki yollarla bunların ancak %10'luk kısmı tahsil edilebiliyor. Böyle bir ortamda,
açık hesap yöntemi ile veya çek yöntemi ile çalıştığınız firmaların finansal
risklerini çok iyi ölçebilmeniz gerekiyor. Finansal durumu gayet iyi gözüken
bir müşterinizin, birkaç ay sonra beklenmedik durumlar yaşayabileceği ihtimalini ya da ödeme niyeti olup olmadığını sorgulamak gerektiğini aklınızdan çıkarmamalısınız. Özellikle B2B ticarette (yani firmalar arası
kurumsal ticarette) bunun için yapılabilecek birkaç adımı şöyle sıralamak
mümkün:
· Müşterinizin bankalar nezdindeki kredibilitesini
sorgulayın. Bunun için çalıştıkları en az bir veya iki banka bilgisini alıp
geçmişte yazdıkları çeklerin ödenip ödenmediğini, banka nezdindeki kredisini
araştırın. İlk defa çalışma durumunda olduğunuz müşterilerinizin ticaret sicillerini, vergi levhalarını talep edin; mümkünse müşteriniz hakkında arama motorlarında biraz gezinin ve hakkında çıkan haber ve yorumları okuyun. Bugün bir takım kuruluşlar ile cep telefonu uygulamalarından dahi çek
performanslarını ve firmaların kredibilitesini anında sorgulama ve güvenirliği bilgi edinmek mümkün hale geldi.
· Müşterilerinize ne kadar adı bilindik, popüler
ve sizin gözünüzde sorunsuz olsalar dahi, mutlaka bir risk limiti belirleyin.
Özellikle açık hesap olarak ifade ettiğimiz, (ürünleri sevk edip faturayı
keselim, anlaşmalı vademizin geleceği güne kadar herhangi bir teminat vs.
almadan bekleyelim, fatura vadesi geldiğinde havale-eft vb yöntemle ödemeyi
alalım) bir sistemde müşterinizin mutlaka bir alım sınırı olması gerekiyor.
Şöyle ki; örneğin müşteriniz ile yıllık 120.000TL tutarında bir iş yapmak üzere
anlaştınız ve kendisine tanımladığınız vade 60 gün olsun. Bu 2 aylık süre
zarfında müşteriniz sizden öngördüğünüz proje tutarında 20.000TL’lik bir ürün
alımı gerçekleştirecektir. Bu 20.000TL sizin risk limitiniz olmalıdır. İşte bu
risk limitinin ödenebilirliği konusunda bir sorgulama yapmanız ve eğer
referanslar ya da bankalardan aksi bir bilgi almazsanız, 20.000TL’lik bir açık
hesap limiti tanımlayabilirsiniz. Bu 2 aylık süre zarfında, müşterinizin işleri
arttı, proje hacmi büyüdü ve sizden 30.000TL’lik ürün almak istedi. İşte bu
noktada yavaş yavaş riskiniz artmaya başlıyor. Her satışçının bir satış iştahı
olduğu aşikar; yani haliyle hepimiz daha çok ürün satabilmek peşindeyiz. Ancak,
belirlediğiniz risk limitini aşmaya başladıkça, konu tahsilatlara geldiğinde
zorlanmalar olduğunu da görebilirsiniz. Bu sebeple, ilk baştan adı 20.000TL
olarak konulmuş bir risk limitiniz var ve bunu arttırmak durumundaysanız, yine
referanslar ve bankalar nezdinde bir sorgulama yaparak başlamalısınız. Bunun
daha da ötesinde, müşterinize durumu anlatarak çeşitli teminatlar talep
edebilir, bu konuda bir yol kat edemezseniz, bir ödeme gelene kadar
siparişlerin devamını beklemeye alabilirsiniz. Maalesef birçok satışçının
müşteri kaybetme korkusu ile çekinerek yaklaştığı bu durum, ilerleyen dönemde kendini
banka teminatları veya bahsettiğimiz DTS/DBS’ler ile garanti altına almayan
firmaların canını yakıyor. Unutmamak lazım, çok bilindik anonim bir söz
vardır: “tahsilatı yapılmayan satış, bir satış değildir.” Müşterinizi tanıdıkça, zaman içerisinde risk limitlerini revize etmek ve gerekiyorsa arttırmak da elbette karşılıklı güven kapsamında mümkündür.
· Bir başka konu ise, yapılan satış tutarının çek
yöntemi ile tahsil edilmesidir ki aslında burada da maalesef reel sektörde ve
tecrübeli satışçılarda bile bazı yanlış anlamalar olduğu görülmektedir. Değerli
satış yöneticileri, çek bir tahsilat aracı olarak garanti teşkil etmemektedir;
ta ki vadesi geldiğinde ve çek sorgulanıp ödemesi sorunsuz şekilde yapılana
kadar. Eğer bir müşterinizden kestiğiniz faturaya karşın çek aldıysanız, çekin
vadesi 60 gün olsun, bu 60 gün boyunca riskiniz hala devam ediyor demektir.
Elbette, amacımız müşterilerimizi yaftalamak ya da incitmek değildir. Ancak,
unutmamak gerekir ki, vadesi geldiğinde çekinizin tahsil edilip edilmeyeceğine
dair her zaman temkinli olmakta fayda vardır. Elinizdeki çek tahsil edilene
kadar da, çek tutarını müşterinizin risk limitinden düşmemeniz önerilmektedir. Türkiye'de yeni kurulan bir şirketin ortalama ömrü 10-12 sene arasında ve maalesef kurulan her 4 şirketten biri bu gibi nakit akışında yaşanan sorunlardan ötürü iflas ediyor. Hal böyleyken, firmaların gerek tahsilat konusunda çalışanları gerekse müşteri ile direk temasta olan satış sorumlularının üzerinde büyük sorumluluk olduğu aşikar.
· Sizinle uzun yıllar boyunca, ya da proje devam
ettiği sürece, düzenli ve karşılıklı güven içinde çalışma düşüncesinde olan,
finansal durumu düzgün ve kendine güvenli bir alıcı, size talep ettiğiniz teminatları verebilme ya da belirlediğiniz risk limitlerine uyma konusunda istekli
ve anlayışlı olacaktır. Bu süreçlerde size gelebilecek itirazlar, daha iyi bir
satışçının kafasında bazı soru işaretlerini oluşturmalıdır. Bu sayede finansal
risklerinizi kontrol altında tutabilir ve doğru yönetebilirsiniz.
· Unutmayın, siz müşterinizin sorularına,
sorunlarına ve ihtiyaçlarına yönelik çözümler buluyor, onların süreçlerinin
aksamadan devam etmesi için bilgi ve tecrübelerinizi paylaşıyor, sağladığınız
ürün ve hizmetlerle onlar için değer yaratıyorsunuz. Bu değerin karşılığını
alabilmekten daha önemli bir şey varsa, o da bu değeri zamanında ve tam olarak
alabilmektir. Bu sebeple çalıştığınız kurum ve kuruluşların doğru nakit akışı
ve finansal yönetimi için, siz daha iyi satıcılar finansal riskinizi doğru
ölçebilmeli ve bu riskleri doğru şekilde yönetebilmelisiniz. Verdiğimiz basit
birkaç ipucu ile müşterilerinizi sorgulamaktan çekinmeyin. Verdiğiniz hizmetin ve emeğin karşılığını istemek kimseyi gücendirmeyecektir.
Bu noktada finansal riski önlemek
için bir ipucu da işin kolaylıkla satışa dönmesi diyebiliriz. Şöyle ki, eğer
bir şey size işinizin doğal seyrine aykırı geliyorsa bir durun ve düşünün. Günde
5 müşteriye gidiyor, belki bir veya ikisinden sipariş alıyorsunuz. Ayda on yeni
proje yaratıyor, bunun ancak iki veya üçünü satışa çevirebiliyorsunuz. Yani rekabet
ortamında satış kazanabilmek için mücadele ediyorsunuz. Günün birinde her şey gerçek
olamayacak kadar kolay bir şekilde hızla ilerliyor ve siparişi alıyorsunuz. Eğer,
bir vaka gerçek olamayacak kadar basit ve kolay cereyan etmişse sorgulamakta
fayda var. Geçtiğimiz sene, yeni bir firma ile bir iki görüşme sonrası oldukça
yüksek tutarda bir sipariş alabilmek üzereyken, her şeyin çok kolay ilerlemesi
ve firmanın bir müzakere-pazarlık talebi yapmaması, çelişkili söylemleri ekibimizde
bir soru işareti yarattı ve bu satışı yapmama kararı verdik. Bir-iki ay sonra
karşımızdaki firmanın aslında bir alışveriş amacında olmadığını dolaylı yoldan
öğrendiğimizde ucuz atlattığımızı düşünmüştük.
Özetle, firmaların ayakta
kalabilmesi için satış yapmak ve karlılık ne kadar önemliyse, sattığınız ürünün
tahsilatının zamanında yapılması ve nakit akışının bozulmaması da bir o kadar
önemlidir. Bu anlamda, finans ve muhasebe bölümlerine destek olabilmek daha iyi
satış yöneticilerinin ortak noktasıdır.
İkinci konumuz olan Operasyonel Risk kavramında ise portföy ve müşteri-iş ile ilgili risklere değinmek istiyorum. Burada kastedilen müşteri
sayınız ve buna paralel olarak yaptığınız ciro rakamıdır. Herkesin çok iyi
bildiğini düşündüğüm Pareto Prensibi; yani %80-%20 kuralı müşteri portföyünüz
için de geçerli olmalıdır. Bu herhangi bir müşteri ya da proje kaybı durumunda
fazla etkilenmemenizi sağlayacak hem de finansal riski dağıtabilmenize
yarayacaktır.
Şöyle söyleyen bir satışçı “ciromun
%80’ni müşterilerimin %20’si ile yapıyorum” aslında riski dağıtma konusunda
biraz daha çaba sarf etmelidir diyebiliriz. Buradan iki türlü riskten bahsetmek
mümkündür. Birincisi, bu %20’den bir veya iki müşteri kaybettiğinde, büyük bir
ciro kaybı yaşanması durumu ile karşı karşıya kalınabilir ve daha sonra bu
açığı kapatmak zor olacaktır. İkincisi bu %20’lik dilimden bir veya daha fazla
müşteri ile yaşanabilecek olası bir finansal sorunun telafisi çok kolay
olmayacaktır. Tabi ki, salt müşteri sayısı tek başına bir gösterge değildir.
Ancak, en basit yorumla, bu gibi bir portföyü olan satıcının genelde büyük
ölçekli, “key account” yani önemli ve kritik müşteriler yönettiği söylenebilir.
İşte bu noktada, bir tane büyük ölçekli müşteriyi veya projeyi kaybetme
durumunda belki de cironun yarısını kaybediyor olacaksınız. Daha iyi bir
satışçı olarak, üzerinize düşen riskinizi yaymaktır. Özetle, tüm yumurtaları
aynı sepete koymamak gerekiyor. “Ciromun %80’ni müşterilerimin %50’si ile, %70
ile vb. yapıyorum.” İşte böyle bir söylemde bulunan satışçı, herhangi bir
sebeple proje veya iş kaybettiğinde, bir önceki satışçı kadar
etkilenmeyecektir. Gerek kaybedilen işin yerini doldurmak gerekse olası bir
finansal sorunda mali açıdan etkilenmek açısından…Bunun hiçbir şekilde mümkün
olmadığı noktalarda ise, örneğin firmanızdaki göreviniz gereği, sadece bir veya
iki müşteriden sorumlu “Key Account Manager” rolündesiniz ve tüm cironuzu bu
iki müşteri ile yapıyorsunuz ve başka bir müşteri ile ilgilenmeniz firmanız
tarafından da istenmiyor ve beklenmiyor. Böyle bir durumda, hem kendiniz hem de
firmanız için yapabileceğiniz en büyük iyilik, penetrasyon ve bu müşterideki iletişimde
olduğunuz bölüm-kişi sayısını arttırmak olacaktır. Yani, daha iyi bir satışçı
olarak, satın alma bölümünden Ar&Ge’ye; finans bölümünden kalite’ye; üretim
şefinden ustabaşına kadar farklı divizyonlar ve insanlarla ilişkiler
geliştirmek firmadaki varlığınızı ve bilinirliğinizi arttıracaktır. Yanı sıra, ürün
ve hizmetinizin elverdiği ölçüde, tek bir satış aracına (ürün-hizmet-proje vs)
takılı kalmadan, aynı müşteri içinde birden fazla iş geliştirebilmek, farklı
ürünleri aynı tüketiciye sunabiliyor olmak yine olası bir proje bitiminde
müşterideki varlığınızın devamına destek olacaktır.
Eğer, birden fazla sektöre ve
firmaya hitap edebilecek bir pozisyonda iseniz, müşteri-iş-proje sayısında
azalma ya da hepten kaybetme riskinizi çeşitli yollarla bertaraf edebilirsiniz.
Bence içlerinde en etkili olanı şu:
Bir söz vardır; bir yarışta ya da
müsabakada yıllar geçse de sadece birinciler hatırlanır. Kıl payı ikinci bile
olsanız maalesef unutulmaktan kaçamazsınız. Anne babalar evlat ayırmaz ama
çocuklarını severken de hep “ilk göz ağrım” derler. (Ailenin üçüncü ve son
çocuğu olmamdan ötürü bu konuda bana güvenebilirsiniz 😊)
Bu yüzden tek başarı kriteri değildir ama ilk olabilmek önemlidir. Potansiyel
müşteriye ilk giden olmak, olası projeyi ilk çıkaran olmak, müşteriye çözümü
ilk sağlayan olmak, ürünün tedariğini ilk yapan olmak size akılda kalmak ve
kalıcı olmak için çoğu zaman bir avantaj sağlayacaktır. Bunun yanı sıra daha
fazla müşteriye temas edebilmek, potansiyel müşteri sayınızı arttırabilmek,
bugün birçok firmanın özellikle üzerinde durduğu satış hunisini (sales
pipeline) dolu tutabilmek kısa ve orta vadede daha çok müşteri edinmenizi sağlayacak,
bu sayede riskinizi daha fazla firma üzerine yayarak düşürebileceksiniz. Bu vesile ile yumurtalarınızı koyabilmek için birden fazla sepete sahip olacak, herhangi bir yol kazası durumunda finansal ve
cirosal olarak daha az etkilenecek ve bu kaybı daha kolay telafi edebiliyor
olacaksınız. Son bir not olarak da, yaptığınız işe bağlı olmakla birlikte, eğer
ürettiğiniz & sattığınız ürün ya da hizmet birden fazla sektöre-pazara hitap
edebiliyorsa, sektör çeşitliliği sağlamaya çalışmak faydalı olacaktır. Zira,
özellikle ülkemizde zaman zaman belirli sektörlerin çeşitli etkenlerle
yavaşladığı, aynı dönemde bazı sektörlerin ise atılımda olduğunu biliyoruz. Yani,
müşteri kazanma ya da kaybetme durumunuz, çeşitliliği firma bazında olduğu
kadar sektör-pazar bazına yaymanızla da ilgilidir. Bir sektörde işleriniz düşme
ya da yavaşlama eğilimindeyken, olası açığı farklı bir sektöre ağırlık vererek
kapatmanız mümkün olacaktır.
Toparlayacak olursam, tüm yumurtaları aynı sepete koymamak gerektiğini bilin ve bunu nasıl yapacağınız üzerine biraz düşünün. Belki de sayfalar dolusu irdeleyebileceğimiz bir konuda, şimdilik burada noktalıyorum. Satış
mesleğine başlamayı düşünen ya da çiçeği burnunda satışçı arkadaşlara faydası
olmasını diliyorum.
Sonraki paylaşımda görüşmek
üzere.
Teşekkürler, selamlar.
Çağrı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder